03 Nisan 2015 01:02

‘Kendim için...’

‘Kendim için...’

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Kendim için bir şey istiyorsam namerdim.” Bu söz 12 Eylül askeri darbesinin koyduğu siyaset yasağının kaldırılmasından sonra yeniden politikaya soyunan Süleyman Demirel’e aitti. Demirel il il dolaşırken bir başka sloganı da miting meydanlarında haykırıyordu; “konuşan Türkiye.” Demirel önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı oldu! Ülke, onun ve yetiştirmesi Çiller’in döneminde faili meçhul cinayetlerin arttığı, genel olarak halkın, özel olarak da Kürt halkının üzerindeki baskı ve terörün yoğunlaştığı bir dönemden geçti. Demirel’in diktatör ya da tek adam olma gibi açığa vurulmuş bir isteği yoktu. Ama zaten ülke diktatörlük yasalarıyla yönetiliyor, işçi ve halk muhalefetinin üzerine şiddetle gidiliyor, demokrasi isteyenler susturulmaya çalışılıyordu.

Şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ise şöyle diyor; “Parlamenter sistem bekleme odasına girdi. Yeni anayasa ve başkanlık sistemini son devletimiz Türkiye Cumhuriyetinin geleceği için istiyorum... Ben cumhurbaşkanıyım. Önümde beş yıl var. Benim görüşüm iktidarda... 7 Haziran’dan sonra da benimle uyumlu bir iktidar gelecek. Benim şahsi bir sorunum yok.” (Aktaran A. Selvi Yeni Şafak) Erdoğan da başkanlığı kendisi için istemiyor, ülke için istiyor! Şimdiden parlamenter sistemi bekleme odasına almış, seçimler yapılmış gibi sonuçlarını açıklıyor, bütün bunlara halkın sessiz sedasız katlanacağını garantisini veriyor!

“Şahsi bir sorunu” olmayan Erdoğan daha şimdiden iç güvenlik yasasını, örtülü ödeneği, süper bütçesi ile sarayını aldı. Ülke ağzını açanın kendisini mahkeme karşısında bulduğu, tekelci sermayenin sınırsızca at koşturduğu bir yere doğru götürülmeye çalışılıyor. Eğer halk muhalefeti bu gidişatın önünü kesemezse daha nelerin olabileceğini tahmin etmek zor değildir. Öte yandan basın ve yayın aracılığı ile başkanlık sisteminin faydalarını halka anlatmaya soyunmuş saray soytarılarının söylediklerine bakılırsa “Başkanlık sistemi ilaç gibi bir sistem olur. Başkan birleştirici olur vb.” Ama başkanlığa soyunmuş olan kişi “Yüzde 50’yi evde zor tutuyoruz, benim partim hükümette vb.” diyen bir kişi. Dahası halkı açıkça inançlarına, mezhebine, siyasi tercihlerine, giyim kuşamına göre bölen bir zihniyete sahip.

Peki parlamentoya ne demeli? Erdoğan “Parlamenter sistem bekleme odasına girdi” diyor ve parlamento bu sözleri sessizce sineye çekiyor! Eğer henüz Anayasa değişmemişse ülke “Çoğulcu parlamenter bir sisteme” sahip ve bildiğimiz kadarıyla parlamento kendisini gereksiz kılan bir anayasa maddesini de kabul etmiş değil. Hükümet partisi gibi partilerin ülkenin geleceğine ilişkin gerici, karanlık hesapları, planları olabilir. Ama bugün mevcut koşullarda yürürlükteki Anayasa ne kadar gerici olursa olsun, şimdilik onların bu planlarına uygun bir anayasa değil. Hiç olmazsa anlamlı sayılabilecek bir sayıda milletvekili “Biz daha ölmedik, ölmeye de niyetimiz yok, parlamenter sistemi mezara gömemezsin” diyebilirdi! Böyle bir tutum göremedik! Bunlar herhalde seçim meydanlarına “Biz başkanın adamları olacağız” diye çıkmayacaklar. Neyse... bunu da onlar düşünsün!

Bütün bu gelişmeler 7 Haziran seçimlerinin ülke tarihinin önemli bir dönemeç noktası olacağını açıkça ortaya koyuyor. Bu önem demokrasi güçlerinin -şimdilik HDP ve onun ittifak güçleri- parlamentoda çoğunluk oluşturup Erdoğan’ın hesaplarını boşa çıkaracağından kaynaklanmıyor. Kimse böyle bir hayal peşinde koşmuyor. Bu önem, Erdoğan ve destekçilerinin sürekli dayandıkları çoğunluğu alıp “sandık ve seçim” meşruiyetine dayandıkları savunmalarını halk nezdinde yıkacak, boşa çıkaracak bir sonucu ortaya çıkarabilmekten, güçlü bir parlamenter azınlığı Meclise sokabilmeyi başarabilme olanağına sahip olmaktan ileri geliyor. Açıkçası karşı cepheyi güçten düşürme imkanından ileri geliyor. Bu aynı zamanda şu anlama geliyor ki; seçimlerde bir araya gelen güçlerin moral toplaması, halk hareketinin daha ileri mücadeleler için daha fazla güç biriktirmesi, parlamento içi ve dışı muhalefetin yolunun daha fazla açılması anlamına geliyor.

‘Bütün bunlara ne gerek var, biz önümüze konulan bu seçeneklere mahkum muyuz?’ diye düşünenler varsa, onlara şunları söylemek gerekiyor: Hayır mahkum değilsiniz, sandıkları alıp gericiliğin başına geçirebilirsiniz! Ama bunun için en az 20-30 milyonluk bir kitle ile hareket etmeniz gerekiyor! ‘Bu seçimlerde buna gücümüz yetmez, ama bir gün bunu başaracağız’ diyorsanız, o zaman bugünün politik gerçeklerine sırtınızı dönmeyeceksiniz. Çünkü gelecekte bunu başarabilmenin yolu bugün politikaya doğru temelde müdahale edebilmekten geçiyor. Ötesi devekuşu taktiği oluyor ki, bunu da politika da ciddiye almanın olanağı bulunmuyor. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa